Atatürkçülerin
içine düştüğü en büyük hatalardan biri de; dünyanın her yerinde olduğu gibi;
ülkemizde de planlı bir şekilde cahil bırakılmış olan halkla barışık olmama
halidir. Oysa Mustafa Kemal Atatürk’ün altı ok’undan biri olan ‘halkçılık’
ilkesi, bu anlayışı tümüyle reddeder ve çoğu zaman da Mustafa Kemal’in ağzıyla
lanetler. Şimdi burada herkesin bildiği cümleleri tekrarlamaya gerek yoktur;
çünkü Atatürk’ün ağzından halkı küçültecek ya da aşağı konuma sokacak bir cümle
çıkmamıştır.
Peki,
Türkiye Cumhuriyeti’nin kurucusu ve düşmanlarının bile ’büyük devrimci’ olduğu
fikrinde mutâbık kaldığı bu ‘Adam’ın izinde olduklarını söyleyenlerin, bu
halkla alıp veremedikleri nedir?
Sabahtan
akşama eleştirdikleri dinci yapılanmaların arasındaki güçlü bağ, neden
Atatürkçü olduklarını söyleyenlerin arasında bir türlü kurulamıyor? –Tabi buna
biat kültürü deyip işin içinden çıkmak kolay; ancak kazın ayağı öyle değil..-
En azından bu yazının yayınlandığı tarihten en
çok bir ay öncesinde ülkenin önde gelen Atatürkçü(!) aydın(!)larıyla bire bir
görüşmeler yapıldığını, kendilerinin ‘ortak ulusal bir yapı’ içerisinde
mücadeleye davet edildiğini ben biliyorum; peki ya sonuç... Kimi partisine
davetle yetindi, kimileri de ‘hayal’ görüldüğünün altını çizerek bu birlikteliğe
yanaşmadı! Ve bunların hemen hemen tamamını çok yakından tanıyor ve
biliyorsunuz…
Ama Tayyip Erdoğan ile Numan Kurtulmuş pekala bir
araya gelebiliyor; işte burada bizim yapmamız gereken, onların bir araya
gelmelerini konuşmak değil, 'biz neden bir araya gelemiyoruz'un cevabını bulmak
olmalıdır. Kilit soru budur!..
Yani mevzû, diğerlerinin ne yaptığı değil, bizim
ne yapmadığımızla alâkalıdır; bu da, çok uzunca bir zamandır hiçbir şey
yapmadığımız gerçeğiyle ilintilidir; işte buradan hareketle, kendi başarısızlıklarımızı
halka yıkmak, halka fatura etmek ise işin en acı yanıdır. ‘Halk uyuyor’ demek
son günlerde moda; peki, sen uyumuyorsun da ne oldu!
Senin dışında kalanlar ‘halk’ ise, sen nesin!
Sadrazamın torunu mu!
Halk, dünyanın her yerinde kullanılan bir
metâdır; güç odakları için senin kim olduğun, ne düşündüğün ya da ne kadar
cesur olduğunun bir önemi yoktur! Ordinaryus profesör olsan da halksın onların
gözünde, inşaatta sıvacı olsan da...
Medyada günün sabahından akşamına değin 'yurdum
insanı' diye aşağıladıkları sensindir; haberi alkışladığın zaman seni ayrı
tuttuklarını sanma; sokakta izin kaldığı sürece, kırk sekiz bin kitap okusan da
sensin halk! Dışarıda kalansın sen; içlerine alsınlar diye çabalama, insan
değiller ki; sen ne sanıyordun!..
Alt katta oturan Mehmet Efendi'den daha akıllı
olabilirsin, belki.. belki yan komşun Melahat Hanım kadar ezilmiyor olabilirsin
ve belki feministsindir de ve haklarını sonuna kadar biliyor ve kolluyor da olabilirsin.. belki üst
kattaki Sait Bey senin kadar anlamıyordur siyasetten ve belki kullanılıyordur,
sence.. aykırısındır belki ve belki herkesin dinlediği müzikleri dinlemiyor,
çoğunluğun zevk aldığı etkinliklerden hoşlanmıyorsundur ve hatta sen o kadar
bilinçlisin ki; niye onlardan bir
olasın, diye düşündüğün de oluyordur!..
Diyelim ki ortanca dağları sen yarattın; resim,
müzik, edebiyatta üzerine yok! Öyle konuşuyor, öyle tespitler yapıyorsun ki,
duyanların ağzı bir karış açık kalıyor! Tanrının varlığından girip, yokluğundan
çıkıyorsun, beş milyar ışık yılı ötedeki yıldızdan -daha dün oradaymışsın gibi-
bahsediyorsun.. sağlıklı yaşam senden soruluyor, iyi bir şirkette yöneticisin
ya da konusunda uzman dünya çapında bir doktor.. yabancı diller su gibi akıyor
ağzından, Latinceyi bile yazacak kadar biliyorsun; zorlasan Urartu dilini de
çözeceksin.. eee..?
Halksın kardeşim! Sen, ben, o, bu, şu, hepimiz
halkız; en cahilinden en eğitimlisine değin.. ve bu düzenin sona ermesini
istiyorsak eğer; kimseye burun kıvırmadan, kimseyi küçümsemeden, ortanca
dağları kimin yarattığına bakmadan, itelemeden-kakalamadan birbirimize sahip
çıkacağız; yoksa bu insanlık düşmanları hepimizin, yani tüm insanlığın canına
ot tıkayacak ve biz de birbirimizi suçlamaya devam edeceğiz..
Cahilse, eğiteceksin; 'ben anlattım anlamadı'
yok!
İlla da ateist misin! eyvallah.. halkın din
simsarlarının eline düşmesini istemiyor musun! en baştan milletin dinine
küfrederek bir yere varılamayacağını bileceksin -ve bileceksin ki; herkesin senin geçtiğin yollardan geçme
imkânı olmamış olabilir- ve kimseyi küstürmeden safına çekeceksin!..
İllâ da dindar mısın! eyvallah.. vatan
kavramından yola çıkacaksın, seninle omuz omuza vermiş, memleket için varını
yoğunu ortaya sermiş birini dışlamayacaksın, sırf senin inandığına inanmadığı
için hain ve kâfir ilân etmeyeceksin! -ha senin dinin tebliğe mi dayanıyor; eyvallah..
tebliğini yapacak geçeceksin; gerisi seni ilgilendirmez!..
'Bu milletten bir b. olmaz'' mış!.. Sen kimsin!
Çok iyi resim yapıyor olabilirsin ve hatta senin
olduğun ortamlarda fotoğraf makinesine bile ihtiyaç olmayabilir; o kadar
gerçekçi resim yapıyorsundur ki, çizdiğin figürler canlandı canlanacak..
dünyanın en iyi müzisyeni olabilirsin, piyanonun tuşlarına dokunduğunda,
sevdanın kuşları dile gelip tınılarıyla âlemi şenlendiriyor olabilir..
Sahip olduğun hiçbir özellik, seni diğerlerinden
üstün kılmaz; zaten böyle düşünüyorsan bir yerlerde bir eksiklik vardır ya da
ego kontrolünden sınıfta kalmışsındır; söyleyecek sözüm olmaz sana.. doğarken
de, ölürken de suratımıza düşen çaresizliğin resmi bizi hep aynı kılar,
gözyaşlarımız hep yanağımızdan akar; adamsan, çenenden toprağa damlar, kadınsan
memende ağlar.. gerçi, adamlık da erkekliğe ait bir sıfat değildir ya, kâfiye
hatrına...
Bugün diğerlerine göre bir şeylerin ayırdına
varmış olman, bulunduğun yerden şehre tepeden bakıyor olman, elbette onca
okumuşluğun, onca kafa patlatmışlığın neticesidir ve ancak; okuduğun okulun
çatısında ve güneşin alnında sabahtan akşama kiremitleri dizen o ellerin de bir
sahibi var.. hiçbir zaman senin imkânlarına sahip olamamış, hiçbir zaman
ayaklarını boylu boyunca uzatıp bir ‘oh’ diyememiş; tek göz odalarda, bekâr evlerinde havasız ve
nefessiz ve emeğin nasırlaştırdığı elleri ve dökülen alın teri hatırına bile
hiç saygı görememiş.. işte sen bugün o gökdelenden şehrin caddelerini
seyredebiliyorsan ve akşam evine gittiğinde boynuna sarılan -kadının ya da
erkeğin- varsa eğer.. çatıdaki kiremitlere değen ter damlalarının sahipleri var
olduğu içindir!..
Bugün Atatürkçülüğün resmini nasıl çiziyorlar
anlamış değilim; ancak, köylüsünden kentlisine değin toplumun her kesimini
kucaklamış olan bir büyük devrimcinin taraftarı olduklarını iddia edenler,
halkla aralarına böyle derin uçurumlar açacak söylemlerde bulunmaz. Çünkü halk
demek; sen, ben, o, bu, şu; hepimiziz!
Peki,
sabahtan akşama milleti hor gören, küçümseyen ya da iki tane kendini
bilmezin yediği haltlardan dolayı tüm bir milleti zan altında bırakanlar kim?
Ya onların peşinden gidenler?
Bugün Türkiye Cumhuriyeti işgal altındadır; tabi
işgalden ne anladığınıza bağlı olarak bu değişir; ancak aklı selim herkesin
ortak düşüncesi bu yöndedir. 'Türklük’ kavramının anayasadan çıkartılma
tartışmalarının yaşandığı bir ülke sizce ne altındadır; ben söyleyeyim; 'zan'
altındadır!.. Çünkü bu ülkeyi Atatürk'ün ölümünden itibaren yönetmiş ve
yönetmeye talip olmuş unsurların arka planında yatan saklı gerçek; 'Türk'lük
şuuruyla sorunu olanların arasındaki muhteşem işbirliğidir! İşte bu
işbirliğinde belli makam ve mevkilerde görev almışların ve bir şekilde bu
planın dışında kalmış olanların ortaya koyduğu gaflet, bizi de 'zan' altında
bırakmaktadır.. bundan dolayıdır ki; kimsenin bir başkasına suçu atmak gibi bir
lüksü yoktur; bugün bu ele geçirilmişliğimizde bizlerin payı da büyüktür!
Eğer biz bugün toplu intiharın eşiğindeysek;
suçu, tek derdi evini geçindirmek olan ve belli sebeplerden dolayı cahil kalmış
-ihtimalle bırakılmış- olanların üzerine atarak sıyrılamayız.. yara ,çok daha
derindir!
Evet, bu Milletin büyük bir kısmı din
simsarlarınca kullanılmıştır ve kullanılmaya devam etmektedir. Bu tespiti çok
iyi ve yerinde yapıyoruz; ancak Milleti uyumakla ithâm ettiğimiz uzunca bir
süreçte biz ne yaptık ona bakmak lazım. Bugün bile Atatürkçülük adı altında
kimlerin peşinden gidildiğine baktığımızda; acaba uyuyan sağ tarafımızdan öte,
sol yanımızın çok daha derin bir uyku içerisinde olduğu gerçeğiyle yüzleşmek..
onu bile beceremiyoruz ey Millet!..
Hep diğerlerinin nasıl sağlam bağlarla
birbirlerine bağlı olduklarına, nasıl örgütlü olduklarına, nasıl
yardımlaştıklarına öykündük durduk; elbette kirli bir çıkar yapılanması idi bu
birlikteliklerin temelinde yatan.. Ancak hedeflerine emin adımlarla
yürürlerken, 'Biz' ne yaptık ayrışmaktan ya da DAVA'yı saptırmaktan başka!
Karşı taraf onlarca yazılı ve görsel basını ele geçirirken, aylık bir lira
karşılığında yayın yapan hangi kuruluşa destek verdik, hangimiz; bir sürü zor
şartlar altında yayın yapan internet sitelerine bir telefon açıp; ''kardeşlerim
bir şeye ihtiyacınız var mı?'' dedik!..
Geçen yazımda da değindim; sırf Atatürk adını kullanıyor diye Türkiye'nin
en pahalı okullarına -kolejler- çocuklarınızı yollamadınız mı!
Atatürkçülük ve kolej!.. İnsanın bir yerleriyle gülesi geliyor...
Çocuklarınızı ingilizceyle boğuyorlar ve bunu
eğitimin gereği diye yutturuyorlar ve sizlerden birileri de çıkıp, ''bu halk
uykuda, uyanmaz daha'' diyebiliyor ve ben de bu büyük Atatürkçüye(!) diyorum
ki; ''ey ahmak, hadi halk dedin kendini ayrıştırdın, eyvallah; peki senin bu
derin uykudan uyanmaya niyetin var mı!''!.. yoksa yine bana edeceğin küfürle mi
geçiştireceksin yüz yıllık gafletini!..''
Yine bir yazımda bahsetmiştim ve demiştim ki;
''yabancı dil konuşmakla medeniyet olsaydı, bugün tüm sömürge ülkeleri
medeniyetten kırılıyor olurdu!''.. Elbette 'yabancı dil eğitimi' şarttır; ancak
'yabancı bir dille eğitim'; devşirilmiş beyinlerin efendilerine hizmetinden
başka bir şey değildir.. Gerçi bu konuda Oktay Sinanoğlu gibi bir büyük
aydınımız varken bize söz düşmez, saygıyla anıyorum ve sağlıklı, uzun ömürler
diliyorum..
Bu yazı bitmez.. kitaba çevirsek basan olmaz; en
iyisi burada bitirelim; son sözüm:
Halk olmadan devrim olmaz, olursa rengi, kırmızı
beyaz olmaz!..
Cem Yağcıoğlu/21-10-2012
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder