Ve maalesef yandaş medya ve yazarlarından sonra, şimdi de ulusalcı site ve gazetelerde yazan ahkâm kesen yazarların, doğruları halka tüm çıplaklığıyla anlatmadığı bir garip dönemden geçiyoruz ve asıl tehlike buradadır ve işte ben –biz- bu yüzden günah keçisi ilan ediliyor ve her ortamdan dışlanıyoruz. Niye?..
Şu an internet ortamında yayın yapan siteler dâhil, paylaşım alanları dâhil; mutlak derecede İP ve onun yandaşlarınca yönetilmekte ve ‘Atatürkçü oluşum’ adı altında akla zarar paylaşımların yanında ‘Türk Milleti’ kavramı değil ‘ Türkiyelilik’ kavramı ön plana çıkartılmaya çalışılmaktadır! Ancak bu partinin ulusal çapta yayın yapan bir tv kanalının bulunması,
ulusal bazda yayın yapan gazetesinin olması ve iyi örgütlenmiş gençlik teşkilatlarının bulunması pek çok ulusalcı yazarı –tabi bu sadece kendilerinin düşüncesi- bu parti ve yandaşlarıyla çatışmaya girmeden yazılarımı yayınlar geçerim fikriyle harekete zorluyor! İşte bir ‘Kemalist’in, sahte dincilere ait olan; ‘hedefe ulaşmak için her yol mübâhtır’ sözüyle hareket etmesi kabul edilemez bir tutumdur; biz bir şekilde linç edilirken kimseden çıt çıkmamasının sebebi budur! Onlarla çatışırsa pek çok imkândan mahrum kalacaktır, pek çok yerde yazıları yayınlanmayacak, paylaşılmayacaktır; ‘be hey Dürzi’, sen nasıl Kemalist’sin, benim –bizim- doğruları yazdığımızı adın gibi bilmene rağmen, hatta bir zamanlar neredeyse dirseğimin kenarını yalarken, şimdi ne oldu da çıtın bile çıkmıyor! Şiirler düzüyorsun orda-burda; ‘Kemalist’im’ ‘devrimciyim’ diye voltalardasın… Yazıklar olsun topunuza..
ulusal bazda yayın yapan gazetesinin olması ve iyi örgütlenmiş gençlik teşkilatlarının bulunması pek çok ulusalcı yazarı –tabi bu sadece kendilerinin düşüncesi- bu parti ve yandaşlarıyla çatışmaya girmeden yazılarımı yayınlar geçerim fikriyle harekete zorluyor! İşte bir ‘Kemalist’in, sahte dincilere ait olan; ‘hedefe ulaşmak için her yol mübâhtır’ sözüyle hareket etmesi kabul edilemez bir tutumdur; biz bir şekilde linç edilirken kimseden çıt çıkmamasının sebebi budur! Onlarla çatışırsa pek çok imkândan mahrum kalacaktır, pek çok yerde yazıları yayınlanmayacak, paylaşılmayacaktır; ‘be hey Dürzi’, sen nasıl Kemalist’sin, benim –bizim- doğruları yazdığımızı adın gibi bilmene rağmen, hatta bir zamanlar neredeyse dirseğimin kenarını yalarken, şimdi ne oldu da çıtın bile çıkmıyor! Şiirler düzüyorsun orda-burda; ‘Kemalist’im’ ‘devrimciyim’ diye voltalardasın… Yazıklar olsun topunuza..
Elli kere söyledik, dedik ki, bu Millet sadece feys ve benzeri ortamlarda boy gösterenlerden ibaret değildir; bahçesinde çiçek eken, tarlasında ekin biçen veya dağlarında sürü peşinde koşan ve daha binlerce, yüz binlerce katmandan ibarettir ve bunların çoğu henüz mevzûnun ne olduğunu bile bilmemekte ve -bu yüzden de gezdiğim dolaştığım pek çok Atatürkçü oluşum adı altında yayın yapan yerlerde- aşağılanmaktadır, işte vahamet buradadır ve ‘DAVA’ya ihanet de burada başlamaktadır! Kendi halkını aşağı gören ‘Atatürkçü’ değildir, olamaz da. Hep dediğim gibi, kişinin fazladan iki kitap okumuş olması onu âlim yapmaz, kendi halkından utanan, kendi halkını beğenmeyen ve kendi halkını küçük gören birinin üç üniversite bitirmiş olsa dahî elde ettiği tek şey, cehaletinin yıldızlı sertifikasıdır! Ve bunlardan çokça mevcuttur, televizyonlarınıza baktığınızda size sırıtanlar onlardır; çünkü onlar sistemin aygırlarıdırlar ve malakları açılmış oturumlardır, sabahtan akşama kadar iktidara methiyeler dizerken, akşamdan sabaha Cihangir sokaklarında o bar senin, bu bar benim dolaşanlar da yine onlardır ve onlar bu milletin paralarıyla okurken, yabancının oturma organını temizleyenlerdir! hem de hiç utanmadan ve iğrenmeden…
Çünkü onlar; geçmişte gizlenmiş kinlerin ortasında büyüyen sebetayist çocuklardır..
İktidar sahipleri bir yandan tüm plan ve uygulamalarını adım-adım hayata geçirirken, ihanet adım-adım sona doğru yaklaşırken ve Kürtçü bölücüler ‘kürdistan hayali’ ile tutuşmaktan vazgeçip yanmaya başlamışken, dinci yobaz geçmişin pis öfkesiyle ihanetinin son demlerine yaklaşmışken, içeride ve dışarıda düşman tam birliktelik sağlamışken, Fetullah denen Yahudi kırması, gemiyi azıya almışken hepsinin ortak kandırmacası nedir?! ‘’Türkiyelilik’ ya da ‘Türkiye Vatandaşlığı’!..
Peki soruyorum size; ‘Türkiyelilik’ kavramı kime aittir? Yani fikir babası kimdir! Ya da şöyle sorayım; ‘Türkiye Halkı’ kavramını kullanan kimdir? Küçük bir alıntıyla cevaplayalım… Doğu Perinçek konuşuyor:
‘’Kürdümüz kiminle birleşecek. Bütün mektuplar şu soruda düğümlenmektedir: Kürdümüz kiminle birleşecek? ABD ve İsrail’le mi, yoksa bin yıldır iç içe yaşadığı Türkiye halkıyla mı?’’… Kürdümüz de, Türkiye halkından eşitlik, kardeşlik ve gönül birliği bekliyor.
Şimdi bazılarına buradaki ‘Türkiye Halkı’ söylemi garip gelmeyebilir, ne var yani, ha ‘Türk Halkı’, ha ‘Türkiye Halkı’ diyebilir, önemli değil; zîrâ bu şekilde düşünenlere daha pek çok şey garip gelmiyor olabilir.. Ancak vahametin ağa babası tam da burada yatmaktadır, neden diyecek olursanız; iktidar partisi de bundan farklı bir söylem içersinde değil ki! O da ‘Türkiyelilik’ diyor, ‘Türkiye halkları’ diyor! Yani kimsenin ‘’TÜRK MİLLETİ’’ dediği yok; biri sağdan, kestirmeden; biri soldan kestirmeden aynı yere gidiyor, ister kabul edin, ister etmeyin, olgu budur!.. Ama bu iki düşünce de birbirine muhalif, işte bu da saksafonun ‘dart’ dediği yer; yani, kuşatılmışlığın had safhası! Boynumuzu çeviremeyişimiz ondandır!..
Doğu Perinçek’in ‘kürdü’ kiminle birleşir orasını bilemeyiz; ancak bizim bahsettiğimiz ‘Türk Milleti’ kavramı içersinde yer alan pek çoklarının öyle bir derdi yok; zaten o bahsedilenlerin de birileriyle birleşme gibi bir niyeti yok; tek amaçları var ABD emperyalizmi çerçevesinde İran’ı, Suriye’yi ve Türkiye’yi bölmek, Irak zaten bölündü. Yani Perinçek’in bahsettiği ‘Kürt’, bölücü Kürt; dolayısıyla aslında konumuzun çok dışında bir durumla alakadardır Perinçek; sakın sebebi illegaliteyi legalleştirmek olmasın! Bir de bunun ulusalcı maskeyle örtülmesi gerek; al sana ‘Kemalizm’, ‘geçiş süreci’ için bundan iyisi can sağlığı!..
Bunları birilerinin yazması gerekmiyor mu? Defalarca, yüzlerce örnekle yazdık, peki ‘kemalist’ olduğu savıyla kalem oynatan yüzlerce yazar varken ve hemen-hemen hepsi bunları bilirken acaba neden bu konulara pek değinmezler? Ben söyleyeyim: İP’in her alandaki müthiş baskısından! Peki İP’in bile baskısına dayanamazken, gerçek bir baskı karşısında zannediyor musunuz ki kalem oynatabilirler? Hayır tabi ki…
‘’Kürdümüz de, Türkiye halkından eşitlik, kardeşlik ve gönül birliği bekliyor.’’ Biraz önce dediğim gibi, burada bahse konu olan kürt, hergün alışveriş yaptığınız ya da oturup çay içtiğiniz kişiler değil; tamamen bölücü istekleri olanlardır. Eşitlik, kardeşlik, gönül birliğiymiş! Allah adamı taş yapar be! Dünyanın hangi ülkesine giderseniz gidin, son otuz yılda katledilen, şehit olan bunca vatan evladı varken, adamın aklını bile alırlardı; ki en yakın komşum, her gün çay içtiğim adam ‘Kürt’! Ama adam! ‘Türk Milleti’ kavramı içersinde olmaktan onur duyan, ülkesi ve vatanı için gözünü kırpmadan ateşe atılacak bir adam! Eşitlikmiş! Kardeşlikmiş! Bu kadar masumâne yani! Hadiyin ordan!..
Bugün Türk sermayesi –adı Türk- öncelikli Yahudi azınlık, onlardan sonra da kendilerini Kürt olarak ifade edenlerin elindedir! Bugün Türk mafyası içeride, Kürt mafyası cirit atmaktadır! Irak’ın kuzeyinden Güneydoğu’ya müthiş bir sermaye akışı ve o sermayenin diğer illerde mülk sahibi olma macerası son sürat ilerlemektedir. Kentleşmiş Türk Halkı çalışma hayatı boyunca en çok bir daire alabilirken, yüzlerce dönüm arazilerin sahipleri acaba kimlerdir!
Konu itibariyle bazı kafalarca şovenizme kayıyor gibi görülsek de, asıl tehlikenin şovenizmin ta kendisi olduğu gerçeğinin ayırdına varacak kadar da sol kültürden nasiplenmişizdir. Ancak, şovenist olmayalım ya da öyle görülmeyelim diye de mevzûdan kopacak değiliz; zaten bizim bütün savaşımız da kürt şovenizmine karşı değil mi! Yani hem şovenizm yapacak, hem de buna karşı çıkanları şovenist diye suçlayacaklar; yok öyle yağma!..
Gidecek, sığınacak bir yeri kalmayan Türk Halkı’nın çaresizce birilerinden medet umması kadar doğal bir durum yoktur ve bugün baktığımız resim aynen budur…
Bir de Silivri gerçeği var! Her faşist yönetimin bir Silivri’si olmuştur; ancak burada da bazı şeyler birbirine karıştırılmakta ve içeride olanlar dışarıda kalanlardan daha bir ‘Kemalist’, daha bir yurtsever sayılmakta, öyle lanse edilmektedir ve bu ayrımı her bir hücresine değin İP yapmakta, Doğu Perinçek ve arkadaşlarını böylece dokunulmaz kılmaya çalışmaktadır; ki ‘tezgâh’ın ağa babası da burada yatmaktadır!.. Şunu bir kenara ayrı koymak gerekir ki; bugün Silivri’de yatan herkes illegal bir şekilde orada tutuluyor ve belli bir ‘tezgâh’ın neticesinde, yani gizli bir plan dâhilinde yürümektedir işler. Yani ortada hukuk-mukuk yoktur! Adalet ise, her zaman olduğu gibi teyze olarak dolaşmakta, hiç bu işlere bulaşmamaktadır.
Gelelim ‘The General’lere! İlker Başbuğ mesela! Kozmik oda talan edilirken, ‘her türlü kolaylığı sağlayın’ diye emir vermişti hatırlatırım, bugün ise Atatürkçüyüm diye ortada fink atanlar onun fotoğrafıyla paylaşımlar yapıyor, gözyaşı döküyorlar; peki kozmik oda talan edilirken Türk Ordusuna verilen zararın baş sorumlusu kim? Herhalde Bülent Arınç değil; zira o, o ara göbek atmakla meşguldü, e adam davasının peşinde! Ya bizim Başbuğ efendi!
Oysa en azından istifa edebilirdi! ‘Cesedimi çiğnemeden o odaya giremezsiniz’ gibi şereflice bir davranıştan vazgeçtik! Yılmaz Dikbaş’ın dediği gibi; ‘’asker ağlamaz!’’…
Yani demem o ki; bugün içeride olanların pek çoğu düzenbaz bir taktik neticesinde hukuksuz bir şekilde içeridedir; ancak her içeride olan ‘Kemalist Düşünce’nin neferi olduğu için değil, bulundukları konum ve o konumların zafiyete uğratılması nedeniyle içeridedir. Bugün Silivri’de olan paşaların tamamına yakını NATO’ya karşı beyân vermiş değildir veya herhangi bir tavır alanını duymadım. Hepsinin bir şekilde vatandaşlık hakları gasp edilmiş ve haksız yere içeri alınmışlardır; ancak hiçbir paşanın teğmen Mehmet Ali Çelebi’nin göstermiş olduğu asil duruşu sergileyememiş olmaları ayrıca irdelenmeli! Ne demiştiMehmet Ali Çelebi savunmasında, bir bölümünü okuyalım isterseniz:
‘’Bu toplantıya başkanlık eden, gözleri altında olduğumuz Ebedi Önder Mustafa Kemal Atatürk’ün iradesini, titremeksizin bedenlerinden vazgeçen ve şimdi kabirlerinden başlarını kaldırarak bizleri izleyen şehit ruhlarının dileklerini, Türk milletinin vicdanını kendi sesimde toplayarak bütün dünyaya haykırıyorum: BEN ISLAH OLMADIM!Hiçbir güç benim vatana olan sevgim ve onun azametini ıslah edemez.Beni hıyanetin dostu, karanlığın yoldaşı olmama suçundan ıslah edemezsiniz! Utanmayanların yüzkarası olmaya devam edeceğim.’’
Bu sadece bir bölümü; tamamını okuyunuz..
Çok önceleri Ahmet Şık ve Nedim Şener’le ilgili de uyarılarımız oldu, bazı durumlar veya yaratılmaya çalışılan oldu-bittiler dışarıdan görüldüğü gibi değil, satır aralarını iyi okuyunuz, dedik, birileri ayağa kalktı yine. Şimdi ise taşlar daha net bir şekilde yerli yerine oturmaya başlıyor; Nedim Şener’in TV programında gözyaşlarını tutamayarak ağladığı programdan etkilenenler olmuştur muhakkak, insani bir durum; ama arkasından Şafak Pavey onuruna verilen ABD elçisi evindeki resepsiyona katılması, hiç de haksız olmadığımızın ayrı bir göstergesi olarak –umarım- hafızalara kazınmıştır! O toplantıda bildiğiniz gibi Kılıçdaroğlu, bazı CHP milletvekilleri ve BDP milletvekilleri hazır bulunmuştu.. O utanç resepsiyonunun linkini veriyorum izleyin: http://www.youtube.com/watch?feature=player_embedded&v=mobyqKJ97rY
Neden utanç! diyorum.. son yüzyılın bütün insanlık suçlarının arkasında yer alan ABD ve onun koruyucularından –insani eylemler ve işler- konulu bir ödülü almak, kabul etmek, her şeyden önce insanî olmadığınızın bir kanıtı olarak ortada duruyor demektir! Irak’ta tecavüze uğrayan, hunharca katledilen –yakılarak- pek çok kadının ve öldürülen milyonların katilinin elinden ödül almak, hele de –kadın- konulu bir hassasiyetle ilgili; önce kadına, sonra da insanlığa karşı işlenmiş suçlara ortak olmak demektir! İşte bu yüzden, ödülü alan da, veren de, katılan da, aynı değirmene su taşıyanlardır; işte biz bunları insanlarımıza eksiksiz anlattığımız ölçüsünde bir şeyler yapmış sayılırız…
ABD’nin ve İsrail’in şu an ülkemizde etkin rol oynuyor olmasının başlıca sebebi, Atatürk tarafından 1935’te kapatılan mason localarının, 1948 yılında İnönü tarafından açılmasıyla bire-bir ilgilidir. 10 Kasım günü vefat eden Ulu Önder’in henüz soğumamış naaşı orta yerde dururken, 11 Kasım günü alelacele Cumhurbaşkanı seçilen İnönü’nün, Ata’nın vefatı üzerinden henüz altı ay geçmeden İngiliz ve Fransızlarla yaptığı ikili antlaşmalar ve sonrasında hiç düşünülmeden alınan yardımlar ve üye olunan kuruluşlar neticesinde bugünün temelinin dünden nasıl atıldığının birer kanıtı olarak durmaktadır. ‘Tezgâh’ta buna ayrıntılarıyla değineceğiz; zîrâ İnönü’nün bilinmeyen ve halka aksettirilmeyen pek çok yönünün olduğu gün yüzüne çıkmaya başlamıştır; biz de kıyısından köşesinden bir şeyleri anlatmaya ve aydınlatmaya çalışacağız…
Şimdi gelelim TGB’nin şu an gündemde olan ‘VİVA 19 MAYIS’ projesine. Projenin tanıtım yazısı oldukça uzun ve detaylı, belli ki çok ciddi bir çalışmanın ürünü, yazıda yine ‘Türk Halkı’ yerine ‘Türkiye Halkı’ şeklinde sesleniliyor; bu tabi birilerine çok doğal gelecek yine; ancak her zaman dediğimiz gibi; şeytan ayrıntıda gizlidir. Biz uyarımızı yapalım da kim ne düşünürse düşünsün. Yazıdan bir bölüm:
‘’19 Mayıs 2012 günü, 20 bin izleyici kapasiteli Küçükçiftlik Park’ta, “Yarının Provası – Geleceğe Söylenen Şarkılar” başlığı altında Uluslar arası Gençlik Şöleni düzenlenecektir. Şişli Belediyesi şölenin ana sponsoru olmuştur. Şili’li dünyaca ünlü grup İnti İllimani şölende sahne alacaktır. Balkan sanatçısı Goran Bregoviç’in Hocası Toni Kitanovski’nin yönettiği Cherkezi Orkestra ilk defa bu organizasyon için Türkiye’ye gelecek ve şölende sahne alacaktır. Bunların dışında Marcel Khalife (Lübnan), Oumayma (Lübnan), Amel Mathlouthi (Tunus), Mustafa Özarslan (Grup Çığ) ve Karmate şölende performans sergileyecek diğer sanatçılardır. Şölen biletli olacaktır ve biletler Biletix’te satılacaktır.’’
‘VİVA 19 MAYIS’! Bu ismin seçilmesindeki gaye, evrenselliğe vurgu yapılmasıymış; bu yine birilerince doğal karşılanabilir; ancak şölenin biletli olması değişimin ne yönde olduğunun bir göstergesi olarak karşımızda apaçık durmaktadır! Birilerince yasaklanan bir Bayram, birilerince de karnaval niyetine bir ‘yersen’…
Bizim gidecek, sığınacak bir yerimiz yok, altı kaval üstü şişhane bir dünyada, ”memleket gidiyor, ben gidiyorum…’‘ Şölen! boyunca açılacak olan Kürtçe afişleri dünya dilleri arasına sokmak için iyi bir fırsat; bunu şimdi öylesine söylüyorum, şölen! bitiminde tekrar görüşürüz!..
Elit Atatürkçülük hortlatılmaya çalışılıyor; oysa ‘VİVA’ MİVA yazacaklarına, ‘YA İSTİKLAL, YA ÖLÜM’ deselerdi, daha şık olmaz mıydı?..
Allahtan, ‘OLEY’ MOLEY demediler, buna da şükür!..
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder