16 Kasım 2011 Çarşamba

Memleket Gidiyor, Ben Gidiyorum…

Memleket Gidiyor, Ben Gidiyorum…

Yağmurun sesi geliyor dışarıdan; ağaçlar gidiyor, ben gidiyorum. Uzun uzak hayaller ve yalnız saatler… Memleket gidiyor, ben gidiyorum.

Ve kırgın bakışların ve zamansız kaygıların ortasında yürüyorum. Bir ses bekliyorum, bir ses veriyorum; çığlığım duyulmuyor en yakınımdan… Yakınları uzak kılmışlar; git-git bitiremiyorum, ağacın dallarındaki kurtçuk gibi; bir daldan bir dala uzanamıyorum, mesafeler almış başını gidiyor. Memleket gidiyor, ben gidiyorum…


Caddeler olmuş yangın yeri, ciğerim yanıyor; söndüremiyorum. Bir ben, bir bulut, bir de umut, yürüyoruz gecenin bir vakti bulvarlara ve şehir ıslak ve şehir çıplak! Zifir adamlar görüyoruz; yüzleri olmayan, asfaltlar bağırıyor, parkeler inliyor; çıngar yakın! Yakındır eyyamın tükürüğe boğulacağı saatler ve yakındır; itlerin itlâfı!



Esrarengiz bir devrin tanıklarıyız. Hiçliğin iktidar kılındığı, yokluğun konacak yer bulunamadığı mekânların, en olmaz olası vakitlerindeyiz; vakit, nakit vaktidir; insanlığın uğramadığı ve de Tanrı’nın karışmadığı! Zifir adamlar ortaklığı is gibi kara çalarken caddelerimize ve sokaklarımıza, ‘sebai dü’ peşinde birileri, birileri; iki harfli nehir ‘Po’ peşinde ve Azrail olmuş melekler, kanatlarıyla devşirilmiş kelimeler serpiyor yurdumun dört bir yanına ve; ve utangaç kardeşlerim, kendi atasından, kendi insanından ve; ve de kendi öz anasından utanan yurttaşlarım; ”seni seviyorum”un değil, ”I lav yu”nun peşinde!..

Ve sen ey ahmak; Türk olduğundan utanan yavşak! (bit yavrusu) Sen misin Atatürkçü! Sen misin yurdumu alçaklara uğratmayacak olan! Güldürme beni! Gül-dür-me beni… ‘’Yüreğim kan ağlıyor, güldürme beni’’!

Bu ülkenin onurlu insanları elbette ki kökeni, dini ve de tercihleri ne olursa olsun bir araya gelecekler ve onurlu mücadelemiz tek kişi kalana ve o tek kişi ölene değin sürecektir! Bu birlikteliğe herkes omuz verebilir, birileri dışında ve o birilerini de davaya katmak isteyenler dışında! O birileri; sahte Atatürkçüler, sahte Müslümanlar, sahte aydınlar ve sahte insanlardır! Ve hala; ‘sahteleri de içimize alalım, maksat kalabalık olalım’ teziyle hareket edenler varsa; emin olun ki o sahtelerin gerçek yüzleri, bu işbirlikçi taifedir!

Daha önce de dediğim gibi; onursuz kalabalıklardansa, onurlu bireylerin mücadelesi daha kutsaldır! … ‘kim olursan ol’ değil, adam olursan gel; burası dergah değil, memleket; memleket denince gözünde bir damla yaş, yüreğinde bir sızı oluyorsa gel…

Mevlana ile yatıp kalkanlar!, Şeyh Bedrettin’i de okuyun; okuyun, okuyun da bir şeyler öğrenin! Ne zaman ki BM’nin’ Mevlana Yılı’ ilan etmesinin ardındaki sırrı çözersiniz; işte o zaman biz de yazmayı bırakır, kırlara, bozkırlara uzanırız! ‘Gelen ağam, giden paşam’ felsefesinden değil, onurlu bireylerin, onurlu direnişlerinden nemalanın; nemalanın ki; devşirilmeyin!

Yağmurun sesi geliyor dışarıdan; ağaçlar gidiyor, ben gidiyorum. Uzun uzak hayaller ve yalnız saatler… Memleket gidiyor, ben gidiyorum! Sen gelmiyor musun? Gelmezsen alırlar, bilmiyor musun?

Bazen çakal şehre iner, şehrin gölgeleriyle oynaşır, karanlık adamlar sarar dört bir yanı; zül vaktidir; kapın çalınır, açmazsan olmaz! Açsan zifir dolar içeriye; karın, çocuğun düşer aklına, yatak odasına koşarsın, çocuk odasının aralığından bakarsın, kapın çalınır, tak-tak-tak; arkadan bir ses; ‘’kırın!’’…

Tanımadığın ve daha önce hiç görmediğin adamlar sarar dört bir yanını; ‘’ne var, ne oldu’’ diyemeden arka odalardan gelen çığlık sarar geceyi; zifir bakışlı adamların umurunda olmaz, yararlar geceyi… Geceden gelir, gecelere koyarlar seni, demir bir kapının sessizlikteki sesi, evdeki çığlığın eşi olur; eşinden sana kalan!

Hasret, ilk uğrayandır, ilk dostun, ilk nefretin, ilk çözemediğindir. O gelir, sen gidemezsin; gitsen, kapı sana çarpar, sen geçemezsin; bağırırsın, metrekareler boğar sesini, ‘yarım porsiyon aydınlık’ ararsın, yukarıya çevirsen de başını; zül vaktidir, zifir akar tavandan, duvarlar sarar bedenini, yatarsın; kâbuslar alır düşüncelerini! Uyuyamazsın!

İşte bu sebepten ve memleket elden gidiyorken ve yol; yol yakınken gel! Gel ki omuz omuza verelim, yaralım karanlığı, iyilikler bulsun bizi; ateşe verelim geceyi, sabahlar girsin koynumuza, ölü toprağını savurup atalım tarlalara, ekin biçsin köylüler ve yine ve yeniden yakalım özgürlüğün ateşini; ‘devrim’ görsün dünya!..

Yağmurun sesi geliyor dışarıdan; ağaçlar gidiyor, ben gidiyorum. Uzun uzak hayaller ve yalnız saatler… Memleket gidiyor, ben gidiyorum!..

Cem Yağcıoğlu - 25 Şubat 2011

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder