Memleket Gidiyor, Ben Gidiyorum…
Yağmurun
sesi geliyor dışarıdan; ağaçlar gidiyor, ben gidiyorum. Uzun uzak
hayaller ve yalnız saatler… Memleket gidiyor, ben gidiyorum.
Ve
kırgın bakışların ve zamansız kaygıların ortasında yürüyorum. Bir ses
bekliyorum, bir ses veriyorum; çığlığım duyulmuyor en yakınımdan…
Yakınları uzak kılmışlar; git-git bitiremiyorum, ağacın dallarındaki
kurtçuk gibi; bir daldan bir dala uzanamıyorum, mesafeler almış başını
gidiyor. Memleket gidiyor, ben gidiyorum…
Caddeler
olmuş yangın yeri, ciğerim yanıyor; söndüremiyorum. Bir ben, bir bulut,
bir de umut, yürüyoruz gecenin bir vakti bulvarlara ve şehir ıslak ve
şehir çıplak! Zifir adamlar görüyoruz; yüzleri olmayan, asfaltlar
bağırıyor, parkeler inliyor; çıngar yakın! Yakındır eyyamın tükürüğe
boğulacağı saatler ve yakındır; itlerin itlâfı!
Esrarengiz bir
devrin tanıklarıyız. Hiçliğin iktidar kılındığı, yokluğun konacak yer
bulunamadığı mekânların, en olmaz olası vakitlerindeyiz; vakit, nakit
vaktidir; insanlığın uğramadığı ve de Tanrı’nın karışmadığı! Zifir
adamlar ortaklığı is gibi kara çalarken caddelerimize ve sokaklarımıza,
‘sebai dü’ peşinde birileri, birileri; iki harfli nehir ‘Po’ peşinde ve
Azrail olmuş melekler, kanatlarıyla devşirilmiş kelimeler serpiyor
yurdumun dört bir yanına ve; ve utangaç kardeşlerim, kendi atasından,
kendi insanından ve; ve de kendi öz anasından utanan yurttaşlarım; ”seni
seviyorum”un değil, ”I lav yu”nun peşinde!..
Ve sen ey ahmak;
Türk olduğundan utanan yavşak! (bit yavrusu) Sen misin Atatürkçü! Sen
misin yurdumu alçaklara uğratmayacak olan! Güldürme beni! Gül-dür-me
beni… ‘’Yüreğim kan ağlıyor, güldürme beni’’!
Bu ülkenin onurlu
insanları elbette ki kökeni, dini ve de tercihleri ne olursa olsun bir
araya gelecekler ve onurlu mücadelemiz tek kişi kalana ve o tek kişi
ölene değin sürecektir! Bu birlikteliğe herkes omuz verebilir, birileri
dışında ve o birilerini de davaya katmak isteyenler dışında! O birileri;
sahte Atatürkçüler, sahte Müslümanlar, sahte aydınlar ve sahte
insanlardır! Ve hala; ‘sahteleri de içimize alalım, maksat kalabalık
olalım’ teziyle hareket edenler varsa; emin olun ki o sahtelerin gerçek
yüzleri, bu işbirlikçi taifedir!
Daha önce de dediğim gibi;
onursuz kalabalıklardansa, onurlu bireylerin mücadelesi daha kutsaldır! …
‘kim olursan ol’ değil, adam olursan gel; burası dergah değil,
memleket; memleket denince gözünde bir damla yaş, yüreğinde bir sızı
oluyorsa gel…
Mevlana ile yatıp kalkanlar!, Şeyh Bedrettin’i de
okuyun; okuyun, okuyun da bir şeyler öğrenin! Ne zaman ki BM’nin’
Mevlana Yılı’ ilan etmesinin ardındaki sırrı çözersiniz; işte o zaman
biz de yazmayı bırakır, kırlara, bozkırlara uzanırız! ‘Gelen ağam, giden
paşam’ felsefesinden değil, onurlu bireylerin, onurlu direnişlerinden
nemalanın; nemalanın ki; devşirilmeyin!
Yağmurun sesi geliyor
dışarıdan; ağaçlar gidiyor, ben gidiyorum. Uzun uzak hayaller ve yalnız
saatler… Memleket gidiyor, ben gidiyorum! Sen gelmiyor musun? Gelmezsen
alırlar, bilmiyor musun?
Bazen çakal şehre iner, şehrin
gölgeleriyle oynaşır, karanlık adamlar sarar dört bir yanı; zül
vaktidir; kapın çalınır, açmazsan olmaz! Açsan zifir dolar içeriye;
karın, çocuğun düşer aklına, yatak odasına koşarsın, çocuk odasının
aralığından bakarsın, kapın çalınır, tak-tak-tak; arkadan bir ses;
‘’kırın!’’…
Tanımadığın ve daha önce hiç görmediğin adamlar sarar
dört bir yanını; ‘’ne var, ne oldu’’ diyemeden arka odalardan gelen
çığlık sarar geceyi; zifir bakışlı adamların umurunda olmaz, yararlar
geceyi… Geceden gelir, gecelere koyarlar seni, demir bir kapının
sessizlikteki sesi, evdeki çığlığın eşi olur; eşinden sana kalan!
Hasret,
ilk uğrayandır, ilk dostun, ilk nefretin, ilk çözemediğindir. O gelir,
sen gidemezsin; gitsen, kapı sana çarpar, sen geçemezsin; bağırırsın,
metrekareler boğar sesini, ‘yarım porsiyon aydınlık’ ararsın, yukarıya
çevirsen de başını; zül vaktidir, zifir akar tavandan, duvarlar sarar
bedenini, yatarsın; kâbuslar alır düşüncelerini! Uyuyamazsın!
İşte
bu sebepten ve memleket elden gidiyorken ve yol; yol yakınken gel! Gel
ki omuz omuza verelim, yaralım karanlığı, iyilikler bulsun bizi; ateşe
verelim geceyi, sabahlar girsin koynumuza, ölü toprağını savurup atalım
tarlalara, ekin biçsin köylüler ve yine ve yeniden yakalım özgürlüğün
ateşini; ‘devrim’ görsün dünya!..
Yağmurun sesi geliyor
dışarıdan; ağaçlar gidiyor, ben gidiyorum. Uzun uzak hayaller ve yalnız
saatler… Memleket gidiyor, ben gidiyorum!..
Cem Yağcıoğlu - 25 Şubat 2011
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder